Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 3-5 Haziran’da Çinli karşıtı Wang Yi’nin daveti üzerine yaptığı Pekin, Urumçi ve Kaşgar ziyareti sadece Türkiye’de değil, dış dünyada da ilgi çekti. Türkiye bu ziyaretten istediğini aldı mı bilinmez ama, Çin ve Rusya’nın memnun olduğundan kuşku yok.
Dışişleri Bakanı Fidan ve Çinli mevkidaşı Yi
Fidan’ın ziyareti esas olarak ekonomik ilişkileri dengelemek ve güçlendirmek amacıyla yapıldı
Fidan’ın ziyareti esas olarak ekonomik içerikliydi. Küresel krizler alanında işbirliği ve kardeş Uygur Türk halkının durumu, bu zemin üzerinde ölçülü olarak gündeme geldi. Hakan Fidan Pekin’de Küreselleşme Merkezi adlı kuruluşta yaptığı “Değişen Dünya Düzeninde Türkiye-Çin İlişkileri” başlıklı konuşmada bu konularda Türkiye’nin yaklaşımları hakkında Çin tarafına mesajlar vermeye çalıştı. Bu konuşma edindiğim bilgilere göre AKP’nin düşünce kuruluşu olarak faaliyet gösteren SETA tarafından kaleme alınmış. Yeni Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı’nın by-pass edilmesine artık alıştığımız için bu pek sürpriz olmadı. Malum son 12 yıldır SETA Genel Direktörlüğü yapan Prof. Burhanettin Duran bu yakınlarda Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak atandı. Çin’le ilişkiler artık onun uhdesinde.
Bakan Fidan konuşmasında, hacmi 50 milyar dolara yaklaşan ikili ticarette mevcut büyük dengesizliğin giderilmesi için Çin’den Türkiye’deki yatırımlarını artırmasını ve turist göndermesini istedi. Fidan bu çerçevede Trakya’daki üçüncü nükleer santral ihalesinin Çin tarafından üstlenilmesini de zikretti. Çin’in Türkiye’deki yatırımları neredeyse yok gibi. Çin bu bölgedeki yatırımlarını daha çok Macaristan gibi AB ülkelerine yapıyor. Belirsizlik ve istikrarsızlıkların hakim olduğu bugünkü yatırım ortamında Çin’in Türkiye’ye yatırım yapma konusunda pek iştahlı olmaması aslında anlaşılabilir bir durum.
Fidan ayrıca Türkiye’nin “Kuşak ve Yol” (BRI) girişimine desteğini vurgulayarak Hazar geçişli Orta Koridor projesinin BRI’ye entegre edilmesi konusunda öteden beri masada duran Türkiye’nin önerisini yeniden telaffuz etti. Buna ilave olarak Basra Körfezi-Irak üzerinden Türkiye’ye ulaşması öngörülen yeni “Kalkınma Yolu” projesini de zikretti. Bunlar yaraya merhem olur mu bilinmez ama, Çin’de pek heyecan uyandırmıyor. Rusya üzerinden geçen mevcut “kuşak” hattına Ukrayna krizi nedeniyle Avrupalılar pek sıcak bakmıyorlar, buna kuşku yok. Ama Türkiye’nin önerdiği projelerin hayata geçirilmesi hayli zor. Özbekistan, Türkmenistan gibi zor ülkeler üzerinden geçip, üstüne bir de Hazar’ı aşıp, Ermenistan’ı by-pass ederek Azerbaycan-Gürcistan yolunu izleyecek, büyük bölümü henüz inşa edilmemiş karmaşık bir güzergah kimsenin iştahını kabartmıyor. Irak geçişi ise mevcut konjonktürde daha da zor bir seçenek. Kaldı ki her iki güzergahtan Avrupa’ya taşınabilecek en akla yakın emtia petrol ve doğalgaz olabilir. Fıkradaki gibi burada iki mesele var. Birincisi kendisi net enerji ithalatçısı olan Çin Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidecek petrol ve doğalgaz için niye yatırım yapsın? İkincisi de Avrupa’nın böyle bir talebi yok! O zaman geriye Çin’in Türkiye’nin önerdiği güzergahlardan mamul madde gönderme seçeneği kalıyor. Avrupa pazarı içinde mal üreterek yolu ve masrafı azaltmaya çalışan Çin bakımından deniz yolu her zaman daha cazip bir tedarik hattı. Pire, Rotterdam veya Marsilya limanları dururken, siyasi krizlerle ve bürokratik engellerle dolu sınırları aşarak kara yolundan binbir zahmetle niye mal ulaştırılsın? İpek yolunun mucidi ve binlerce yılın tüccarı Çinliler 100 yıllık sosyalist idareye rağmen bildiğim kadarıyla bu yolu tercih etmezler.
Geçenlerde saygıdeğer meslektaşım Pekin Büyükelçimiz, Cumhurbaşkanımızın vizyoner devlet adamlığına vurgu yapmak için üçüncü köprü (YSSK), Avrasya Tüneli ve Marmaray geçişlerine işaret etti. Bunlar sayesinde orta koridorun altyapısının çok önceden hazır hale getirildiğini öne sürdü. Elhak, sınır sorunlarını bir an için unutursak, üçüncü köprüde TIR geçişleri için atıl kapasite var. Ama, aynı şey Avrasya ve Marmaray geçişleri için söylenebilir mi? Avrasya tünelinden sadece binek araçlar geçebiliyor ve sıkışık İstanbul trafiğinde burayı kullanmak artık hayli sabır ve beceri istiyor. Buradan Guangzu’dan kalkan kamyonlar nasıl geçecek, bilemiyorum. Bir İstanbullu olarak benzer sorunun Marmaray geçişi için de geçerli olduğunu hatırlatmak isterim. Marmaray İstanbul’un ihtiyacını zor karşılarken Çin katarları buradan nasıl geçecek, herhalde bir bilen vardır.
Tek Çin Politikası’na Ve terörle mücadeleye verilen destek
Fidan, Pekin’deki temaslarında “Tek Çin Politikası'na” güçlü destek verirken “silahlı terör hareketlerine karşı Çin’e desteğimiz tamdır. Çin’i karıştırmaya yönelik uluslararası girişimleri doğru bulmuyoruz” dedi. Türkiye’nin Tek Çin Politikası'nı destek vermesi yeni bir durum değil. Türkiye, pek çok ülke gibi 1971’de Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanırken, resmi adı “Çin Cumhuriyeti” olan Tayvan’la diplomatik ilişkilerini kesmişti. Ama Taipei’de bir ticaret ofisi tutarak bu ülke ile ilişkilerini devam ettirmişti. O zamanlar Tayvan meselesi uluslararası alanda yakıcı bir kriz değildi. Ama son 10 yıldır ABD ile Çin Tayvan üzerinde tehlikeli şekilde çatışıyorlar. Sayın Fidan Tek Çin Politikası'na verdiğimiz desteği açıklarken, Çin’i karıştırmaya yönelik “uluslararası” girişimlerden bahsederse bunun anlamı çok farklı olur. Çin sadece Sincan, Tibet ve Hong Kong konularındaki eleştirileri değil, Tayvan’la ilgili batılı politikalarını da Çin’i karıştırmaya yönelik müdahaleler olarak görüyor. Bir NATO üyesi ülkenin temsilcisinin bu şekil konuşması kuşkusuz Pekin’de memnuniyet yaratmıştır. Dışişleri Bakanı Wang Yi fırsatı kaçırmadı, Batı'nın insan hakları ve demokrasi gerekçesiyle ülkelerin içişlerine karışmalarını kınadı. Oysa, her ne kadar “hibrit” bir yönetim altında yaşıyor olsak da, bağlı olduğumuz sözleşmeler ve üyesi olduğumuz batılı kurumlar açısından ülkelerin içişlerine karışmama ilkesi diye anlamsız bir şey bizim için söz konusu olamaz. Bizim de altına imza attığımız anlaşmalar ve üyesi olduğumuz örgütlerin yapıları gereği ülkelerin içişlerine bal gibi karışılır. AİHM bunun için vardır. AGİT bunun için vardır, AB kriterleri ve müktesebatı bunun için vardır.
Fidan ayrıca Çin’e yönelik terör tehdidini de kınadı. Pekin’in gözünde Çin’e yönelik terör esas olarak Uygur halkının içindeki küçük bir kesimden geliyor. Terör gerekçesiyle Uygur halkına yıllardır yapılmadık bırakılmadı. Ama Çin gibi bir ülkeyle işbirliği yapmak istiyorsanız, hele ondan ekonomik beklentileriniz varsa, onun hassasiyetlerini gözeten bir söylem içinde olmanız maalesef kaçınılmaz. Bakan Fidan’ın sözleri Türkiye’nin Uygur konusunda Çin’i rahatsız edecek bir eylem içinde olmayacağının güvencesi olarak anlaşılmalı. Zira Çin Türkiye’deki Uygur kökenli örgütlerin eylemlerinden hayli rahatsız. Fidan bu konuda dengeyi Pekin’de yaptığı konuşmada Kaşgar ve Urumçi’yi kadim Türk-İslam merkezleri olarak tanımlayarak ve her iki kente yaptığı gezide ay-yıldızlı Doğu Türkistan bayrağının rengi olan gök mavisi renkli kravat takarak kurmaya çalıştı. Bunlara Çinliler aldırmadılar. Çin basını bakanın Çin’e destek veren sözlerini öne çıkarttı.
Ama sosyal medyadan izleyebildiğim kadarıyla Bakanın Urumçi ziyareti diyasporadaki Uygur Türkleri arasında hayal kırıklığı ve tepki yarattı. Uygurlar Bakan Fidan’ın gezdiği çarşının Urumçi’in turistik vitrini olduğunu, Çinlilerin Uygurların gerçekte içinde yaşadıkları kötü koşulları Fidan’dan saklandığını sosyal medyada vurguluyorlar. Benzer şeyleri Büyükelçi olarak Kuzey Kore’yi ziyaretimde ben de yaşadığım için ne demek istediklerini gayet iyi anlayabiliyorum. Bir de, Bakan’ın ziyaret ettiği Nogay Camii’nin Çinlilerin verdiği yeni isimle Yanghang olarak adlandırılması sosyal medyada büyük tepki çekmiş görünüyor. Çin uzun süredir ülkedeki tüm dinlerin ve inanç sistemlerinin Çin kültürü ile uyumlu hale getirilmesi yolunda farklı etnik ve dini gruplar üzerinde ağır baskılar uyguluyor. Sincan-Uygur Özerk Bölgesi bu baskılardan en çok nasibini alan yerlerin başında geliyor. Camilerin isminin değiştirilmesi bu kapsamda bir uygulama. Batılı kaynaklar halen Uygur nüfusunun yüzde 10’unu aşan bir kesimin eğitim kamplarına ağır işkenceler altında tutulduğunu ifade ediyor. Bir zamanlar ABD Dışişleri Bakanı Blinken Çin’i Uygurlara kültürel soykırım yapmakla suçlamıştı. Ama Gazze’deki soykırımı desteklemesinden sonra Blinken’in bu sözlerinin hiç bir ahlaki değeri kalmadı. Uygur halkının hakları savunulacaksa bu öncelikle Türkiye’nin omuzlarına düşen bir sorumluluk olmalı. Umarım Bakan Fidan muhatabına Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetlerini anlatabilmiştir. Çinliler elbette Fidan’ın Urumçi ve Kaşgar’a yaptığı ziyareti kendi çizdikleri sınırlar içinde gerçekleşmesine izin verecekler ve onu dışarıya kendi lehlerine olacak şekilde yansıtacaklardı. Bu ön kabul olmadan oralara gitmek sözkonusu değildir. Ben yine de 12 yıl aradan sonra yapılan bu ziyareti olumlu karşılama eğilimindeyim. Umalım Urumçi’de ekilen fidanlar bugün olmasa da ileride meyve verir.
Uluslararası krizler ve BRICS üyeliği
Ziyaretin uluslararası krizleri ve BRICS’i ilgilendiren yönleri de vardı. Bakan Fidan temaslarda Çin ve Türkiye’nin Asya’nın iki kadim medeniyeti olarak, pek çok alanda örtüşen görüşlere sahip olduğunu ifade etmiş. Bu tür hoş sözler, gerçeği çok yansıtmasa da diplomaside mazur görülebilir. Fidan, İsrail’e silah ve siyasi destek sağlayan bazı ülkelerin soykırıma ortak olduklarını, Gazze’de ateşkesin sağlanması ve iki devletli çözüm için Çin’le beraber çalışmaya devam edeceğimizi belirtmiş. Okların burada ABD’ye yönelik olduğunu açıklamaya gerek yok. Fidan Ukrayna konusunda da Türkiye ve Çin’in ortak görüşlere sahip olduğunu belirtmiş. Bence aynı görüşte değiliz. Çin Ukrayna’da mevcut statükoyla ateşkes istiyor. Rusya’nın işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep etmiyor. Bizse başta Kırım olmak üzere Rusya’nın Ukrayna’daki işgalini kabul etmiyoruz, etmememiz lazım. Karadeniz’in kuzeyini de kuşatacak olan bir Rusya bize hayır getirmez.
Bu sözlerden ziyade Çin basını Bakan Fidan’ın BRICS’le ilgili sözlerini ön plana çıkardı. Fidan bir soru üzerine “Türkiye, çıkarlarına olacaksa BRICS’e üyelik neden olmasın; 10-11 Haziran'da Rusya’da gerçekleşecek BRICS toplantısını iple çekiyorum” mealinde yanıtlar vermiş. Bu sözlerin diplomasideki tanımıyla “considered position” (hesap-kitap sonucu belirlenmiş pozisyon) olmadığı aşikar. Ama Çin basınında Türkiye BRICS’e üye olmak istiyor şeklinde yorumlanınca, Kremlin sözcüsü Peskov’dan Türkiye’nin üyeliğine hemen destek açıklaması geldi ve iş farklı yerlere çekildi. Konumuz BRICS olmadığı için burada uzun uzadıya bir yorum yapmak mümkün değil ama BRICS üyeliği Türkiye’nin siyasi-ekonomik DNA’sı ile uyumlu değil. Türkiye’nin orta boy ekonomik cesameti, batı sistemi içindeki yeri, AB adaylığı, OECD kurucu üyelik statüsü ve G-20 içinde MİKTA mensubiyeti BRICS üyeliği ile çelişir. Buna karşılık BRICS üyeliği yerine gözlemci statü edinmekte hiç bir sakınca bulunmuyor.
Diplomaside Usul Ve Adap
Basına yansıyan görüntülerden Bakan Fidan’ın resmi görüşmelerde sağına şimdi milletvekili olan eski Pekin Büyükelçisini aldığını gördüm. Onun yanında da Bakan Yardımcısı Duran var. Mevcut Büyükelçiye ise sol tarafta tercümandan sonra yer verilmiş. Bu basit bir protokol hatası değil. Büyükelçinin Çinliler nezdindeki itibarını hiçe sayan bir usul-adap bilmezlik. Yeni Türkiye’de olsak da, diplomaside usuller hep kalıcıdır. Bizden hatırlatması.
Arslan Hakan Okçal kimdir?
Emekli Büyükelçi.
1954 yılında İstanbul’da doğdu.
İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.
1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.
1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.
1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.
Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.
Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.
2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.
Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.
Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.
2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.
|